MOMO

Michael Ende’nın bu eserini sadece çocuk kitabı kategorisiyle sınırlamak büyük haksızlık olur. Avrupa Gençlik Kitap Ödülü Şeref Listesine girmiş, yaklaşık otuz dile çevrilmiş bu kitabımızda yazar, o kadar sade ve ustalıklı bir dile sahip ki, kitap çocuklar için oldukça heyecanlı bir serüven kitabıyken; yetişkinler için zaman konusunu irdelemek açısından insanın içine işleyen masal tadında bir roman oluveriyor.

Küçük bir kız çocuğu hayal edin. Bilinmeyen bir zamanda, hiç kimsenin bilmediği uzak diyarlardan gelmiş bir kız çocuğu. Ailesi, yeri yurdu yok. Dış görünüşü biraz garip, hatta temiz pak insanlara göre korkutucu. Simsiyah, kocaman gözleri ve simsiyah kıvırcık saçları var. Ve öyle kimsesiz ki, adını bile kendisi koymuş. Momo! Etraftaki insanlar kimsesiz diye, pis diye dışlıyorlar mı onu? Hayır. Seviyorlar. Oradaki insanlar doyuruyor Momo’nun karnını. Terk edilmiş bir tiyatroda bir oyuğu yuva yapıyorlar.

Peki Momo nasıl bir çocuk ? Momo her şeyden önemlisi eşsiz bir dinleyici. Dinlemekte ne var, herkes dinler diyebilirsiniz. Ama burda ayırt etmemiz gereken bir şey var  Momo, kalbiyle dinliyor. Onunla konuşan herkes kendini ferahlamış, rahatlamış hissediyor.

Momo ve dostları her gün oyunlarla, masallarla küçük hayatlarına büyük mutluluklar eklerken Duman Adamlar ortaya çıkıverir. Takım elbiseli adamlar insanları bir bir zaman tasarrufu yapmaya ikna ederler. Zamandan tasarruf. Kulağa hoş geliyor aslında değil mi? Ama bu kitabı okuduktan sonra fark ediyorsunuz bazı şeyleri. Şöyle ki, arkadaşlarınızla, sevdiklerinizle geçirdiğiniz hoş vakitleri, birisine harcadığımız o zamanları boşa geçmiş zaman olarak nitelendiriyorlar ve o zamanları biriktirip çalışmakla geçirin diyor bize Duman Adamlar.

Sonrasında ne oluyor? Ben hemen söyleyeyim. İşte günümüz insanı! Zamandan tasarruf edeyim derken, başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değil. Artık parklarda oynayan çocuklara rastlamak bile çok güç. Hayal güçlerinin gelişmesini engelleyen yapma bebeklerle, arabalarla meşguller. Oyuncaklarını kimseyle paylaşmak istemeyerek arkadaşlığı,dostluğu,paylaşmayı öğrenmiyorlar…

Hiç düşündünüz mü iş zamanı kısaldığı halde neden bize zaman yetmiyor? Neden hayatımızdan bunca kolaylığa rağmen zevk alamıyoruz? Neden bizim bazı güzellikler için zamanımız yok?
Cevapları çok da uzaklarda değil aslında. Tüketim çılgınlığı, acelecilik, insani değerlerle yeterince ilgilenmeyişimiz.


Ve Gülten Akın’ın şu iki sözü anlatıyor her şeyi;

‘’Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya.”

Oysa zaman, yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti..

Anı biraz daha yavaş yaşamalı sevgili okur, biraz daha kalple yaşamalı…

Bir de kitaplığınıza Momo’yu eklemeli 😊

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir